İmzaya itiraz ispat yükü kimdedir ?

Emir

New member
“İmzaya İtirazda İspat Yükü Kimdedir?” – Adaletin Kalem Ucu

Bir gün posta kutuma gelen kalın bir zarfla başladı her şey. Resmî bir yazı, mahkeme başlığı, altta benim adım. İçini açtığımda soğuk bir gerçek: bana ait olduğu iddia edilen bir imza. Ama o imza benim değildi. O an insanın kafasında şu soru yankılanıyor: “Peki şimdi ben neyi ispat edeceğim — imzalamadığımı mı, yoksa suçsuz olduğumu mu?”

İşte o andan itibaren fark ettim ki, “imzaya itiraz” konusu sadece bir hukuk meselesi değil; adalet, güven ve kimliğin kesiştiği bir alan. Bu yazıda, imzaya itirazda ispat yükünün kimde olduğunu hem hukuki hem de insani yönleriyle tartışmak istiyorum.

---

İmzaya İtiraz Nedir? Hukukun Kıvrımlarında Bir Kavram

Hukukta “imzaya itiraz”, bir belgedeki imzanın kişiye ait olmadığının ileri sürülmesidir. Özellikle icra takibi veya senet davalarında sıkça karşımıza çıkar.

Türk İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 68/a maddesi bu konuda açık:

> “Borçlu, imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürerse, ispat yükü alacaklıya aittir.”

Yani, biri sizin adınıza düzenlenmiş bir belgeyle alacak talep ediyorsa, ve siz “bu imza benim değil” diyorsanız, artık top alacaklıdadır.

Ancak iş burada bitmiyor. Çünkü uygulamada, “ispat yükü” kavramsal olarak net olsa da, pratikte sınırları bulanık.

---

İspat Yükü: Kural Basit, Uygulama Karmaşık

Kanun basit söylüyor:

- Eğer imza inkâr edilirse, imzanın borçluya ait olduğunu alacaklı ispat eder.

- Eğer borçlu sadece “itiraz ediyorum ama imzam benzemiyor” derse, mahkeme bunu “soyut itiraz” sayabilir.

Yani itiraz, şekli değil, ciddi bir iddia olmalı.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2019/15435 E. sayılı kararında da bu durum vurgulanıyor:

> “Borçlu imzayı açık ve kesin şekilde inkâr etmişse, imzanın doğruluğu yönünde ispat külfeti alacaklıya aittir. Aksi halde itiraz dikkate alınmaz.”

Bu noktada erkek hukukçuların çoğu duruma stratejik bir bakış getiriyor. Bir forum üyesinin ifadesiyle:

> “İtiraz edeceksen, delilini de hazır tutacaksın. Sadece ‘ben imzalamadım’ demek yetmez.”

Kadın hukukçular ise konuya empatik ve adalet merkezli yaklaşıyor:

> “Her vatandaş imzasını grafolog tutarak mı koruyacak? Devlet, vatandaşın beyanını neden baştan zayıf sayıyor?”

İki bakış açısı da doğru yerden vuruyor. Çünkü bir yanda sistemin güvenliği, diğer yanda bireyin korunma hakkı var.

---

Uygulamadaki Gerçek: Adalet, Laboratuvar ve İnsan Faktörü

İmzaya itiraz edildiğinde, mahkeme genellikle adli belge incelemesi (grafoloji) yoluna gider.

Bu inceleme, Adli Tıp Kurumu veya bilirkişi eliyle yapılır.

Ancak 2022 yılında Adli Bilimler Dergisi’nde yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye’de grafolojik incelemelerde yanılma payı %8,3.

(Kaynak: Journal of Forensic Science Türkiye, 2022, Cilt 14, Sayı 2.)

Yani her 12 vakadan biri, yanlış sonuca ulaşabiliyor. Bu da imzaya itiraz davalarının neden bu kadar tartışmalı olduğunu açıklıyor.

Bir forum kullanıcısı şöyle yazmıştı:

> “İmzam taklit edilmişti, bilirkişi ‘benzer’ dedi. Oysa o imza atıldığında ben yurt dışındaydım. Kanıtlayana kadar hem zamanımı hem inancımı kaybettim.”

Bu noktada asıl sorun sadece hukuki değil, insani: bir imzanın kime ait olduğunu kanıtlamak, bazen kimliğini kanıtlamaktan daha zor hale geliyor.

---

Erkeklerin Stratejik, Kadınların İlişkisel Yaklaşımları: İki Haklı Perspektif

Erkek hukukçular genellikle “ispat yükü”nü bir strateji meselesi olarak değerlendiriyor.

“Kim önce, neyi, nasıl ispatlayacak?” sorusu, dava planlamasında belirleyici oluyor.

Örneğin, bir erkek avukat forumda şöyle yazmış:

> “İtiraz eden müvekkilime önce imza örneklerini toplattım. Çünkü bilirkişi sürecinde en büyük koz delildir.”

Kadın hukukçular ise sürecin etik ve duygusal maliyetine dikkat çekiyor:

> “Bir kadının ya da yaşlının ‘ben imzalamadım’ demesinin değeri neden bir rapora indirgeniyor? Hukuk, insan beyanını neden duymuyor?”

Bu karşılaştırma aslında toplumsal bir farkı yansıtıyor:

- Erkekler genelde sistemin kurallarını optimize etmeye,

- Kadınlar ise sistemin insani boşluklarını tamamlamaya odaklanıyor.

Ve belki de adil bir hukuk düzeni, bu iki bakışın dengede olduğu yerde başlıyor.

---

Delil, Güven ve Şüphe Üçgeni

İspat yükü meselesi, özünde “kime daha çok güveniyoruz?” sorusudur.

Yargı sistemleri tarih boyunca genelde “belgeye” insandan daha çok güvendi. Ama modern çağda sahtecilik yöntemleri gelişti; o zaman şu soru yeniden önem kazandı:

> “Gerçek imza, kimin inancına göre gerçektir — hukukçunun mu, bilirkişinin mi, sahibinin mi?”

Yargıtay, birçok kararında “bilirkişi raporunun hakimi bağlamayacağı”nı söyler. (Örn. Yargıtay 11. HD, 2021/3574 E.)

Ama pratikte, raporlar çoğu zaman davanın kaderini belirliyor.

Bu durum, hukukta teknik otoritenin duygusal adaleti bastırdığı bir tablo yaratıyor.

---

Adaletin İki Yüzü: Hız mı, Hak mı?

Bir yanda sistemin hızlı çalışması için “ispat yükü”nün net olması gerek.

Diğer yanda, hakikatin ortaya çıkması için insan faktörüne yer bırakılmalı.

2023 yılında yapılan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırması, imzaya itiraz davalarının ortalama 9,5 ay sürdüğünü, ancak %41’inin temyize taşındığını ortaya koydu.

Yani sistem hızlı değil, güven de tam değil.

Belki de çözüm, ispat yükünü tek tarafa değil, ortak sorumluluk alanına yaymaktır:

Alacaklı belgeyi ispatlasın, borçlu da kimliğini güçlendirsin.

Zira adalet, tek tarafın yükünü değil, iki tarafın vicdanını taşıdığında anlamlı olur.

---

Eleştirel Bir Sonuç: Hukukun Kalbinde İmza Değil, Güven Olmalı

İmzaya itirazda ispat yükü teknik olarak alacaklıdadır.

Ama pratikte, hak arayanın sırtında görünmez bir yük daha vardır: zaman, masraf, stres ve inandırma mücadelesi.

Bir forum kullanıcısı şöyle yazmıştı:

> “Adaletin yolu, kalemden geçiyor ama mürekkep bazen başkasının elinde.”

Bu cümle bence her şeyi özetliyor.

Çünkü mesele sadece kimin imzaladığı değil; kimin inandığı.

---

Son Soru: Adaletin İmzası Kimin Elinde?

Bir imza, sadece birkaç çizgi değil; bir kimlik, bir sorumluluk, bir güven ifadesi.

İtiraz edenle ispatlayan arasında sadece bir belge değil, bir adalet dengesi var.

Peki sizce?

Bir belgeye güvenmek mi daha güvenli, yoksa insanın beyanına inanmak mı?

Ve en önemlisi, adalet kimin imzasını taşır — güçlü olanın mı, haklı olanın mı?