Emir
New member
Sanatın Sınırları, Toplumun Aynası: Çanakkale Bienali Üzerine Bir Sosyal Okuma
Çanakkale Boğazı’nın rüzgârında yürürken, her bienal döneminde şehri saran o farklı enerjiyi hissetmemek imkânsız. Bienal, yalnızca bir sanat etkinliği değil; aynı zamanda toplumsal kimliklerin, cinsiyet rollerinin, sınıfsal ayrımların ve tarihsel travmaların kesiştiği bir sahne. Çanakkale Bienali, deniz kenarında sessizce salınan bir heykelden, terk edilmiş bir fabrikanın duvarına yansıtılan bir video enstalasyona kadar, görünmeyeni görünür kılmanın yollarını arıyor. Peki, bu sanat alanı kimin sesi oluyor ve kimleri susturuyor?
Çanakkale Bienali Nerede ve Ne Anlama Geliyor?
Bienal, Çanakkale kent merkezindeki tarihi mekanlarda, liman çevresinde, Troya Kültür Yolu’nda ve zaman zaman halka açık alanlarda düzenleniyor. Bu coğrafya, tarihsel olarak da sınırların, savaşların ve kimlik çatışmalarının kesişim noktası. Dolayısıyla, burada yapılan her sanat eylemi, yalnızca estetik bir deneyim değil; aynı zamanda sosyopolitik bir ifade biçimi.
Çanakkale Bienali’nin mekânsal kurgusu —örneğin eski askeri depolarda ya da yıkık Osmanlı binalarında sergilenen işler— bize, sanatın tarih ve güç ilişkileriyle nasıl iç içe geçtiğini hatırlatıyor. Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramını hatırlarsak, bienal yalnızca bir sanat üretim alanı değil, aynı zamanda sosyal statülerin yeniden üretildiği bir alan.
Toplumsal Cinsiyetin Görünmeyen Katmanları
Bienalde yer alan kadın sanatçıların eserleri genellikle görünürlük, bedensellik, emek ve kimlik temaları etrafında şekilleniyor. Kadın sanatçıların bir kısmı, “kadın olmak” temasını kişisel deneyimlerle işlerken; bazıları patriyarkal sanat yapısına karşı kolektif bir direniş dili kuruyor. 2023’teki bienalde yer alan “Evin Hikâyeleri” adlı enstalasyon, ev içi emeğin değersizleştirilmesini çarpıcı biçimde sorguladı. Zemin katta ütüler, dikiş makineleri ve tencere kapaklarından oluşan ses yerleştirmesi, izleyicinin zihninde hem nostalji hem de rahatsızlık uyandırıyordu.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Feminist sanatın yalnızca “kadınların sesi” olarak okunması, toplumsal cinsiyetin karmaşık yapısını daraltıyor. Butler’ın toplumsal cinsiyet performativitesi teorisini hatırlarsak, bienaldeki işler sadece kadınlık değil, erkeklik ve queer kimliklerin de temsil biçimlerini sorguluyor. Bazı erkek sanatçılar, kendi rollerini eleştirel biçimde yeniden yorumlayarak çözüm odaklı bir dil geliştiriyor; örneğin “Erkeklik Atölyesi” projesi, erkeklerin kendi toplumsal konumlarını tartıştığı bir platform sundu.
Irk, Kimlik ve Görünürlük Mücadelesi
Çanakkale, göç rotalarının kesiştiği bir şehir. Bu nedenle bienal, zaman zaman ırksal kimlikler, mültecilik ve ötekileştirme konularını da sanatın diliyle gündeme taşıyor. 2019’daki “Sınırların Gölgesinde” temalı bienalde Suriyeli bir sanatçının, mülteci kampında çektiği siyah-beyaz fotoğraf serisi büyük yankı uyandırmıştı. Bu çalışmalar, sanatın hem tanıklık hem de direniş aracı olabileceğini hatırlattı.
Ancak burada da temsil meselesi karmaşık: Mülteci sanatçıların sesi ne kadar duyuluyor? Yoksa onların hikâyeleri, Batılı izleyicinin vicdanına dokunan bir “estetik deneyim”e mi indirgeniyor? Spivak’ın “madun konuşabilir mi?” sorusu, bienalin duvarlarında yankılanıyor adeta.
Sınıf ve Erişim: Sanat Kimin İçin?
Bienalin demokratik bir sanat alanı yaratma iddiası var, ancak gerçekte bu iddia her zaman karşılık bulmuyor. Çanakkale’nin işçi sınıfı mahallelerinde yaşayan bir genç, bienalin sergilerine ulaşabiliyor mu? Ya da ulaşsa bile orada kendini temsil edilmiş hissediyor mu? Bu noktada, kültürel katılımın önündeki sınıfsal bariyerler açıkça görülüyor.
Bazı sanatçılar ve küratörler, bu soruna karşı “sokakta sanat” projeleriyle yanıt veriyor. Örneğin 2021 bienalinde yer alan “Mahalle Atlası” çalışması, kentin kenar mahallelerinde çocuklarla yapılan atölyelerden oluşuyordu. Bu tür girişimler, sanatı yalnızca galerilerden çıkarıp, yaşamın içine taşımaya yönelik umut verici adımlar.
Erkeklerin Rolü: Çözüm Odaklı Bir Yaklaşım Mümkün mü?
Toplumsal dönüşüm yalnızca kadınların mücadelesiyle değil, erkeklerin sorumluluk almasıyla da mümkün. Bienalde bazı erkek sanatçılar, kendi cinsiyet rollerini yeniden düşünmeye cesaret ediyor. “Eril İmajın Çöküşü” adlı video yerleştirmesinde bir sanatçı, çocukluk fotoğraflarını ve babasının eski kasetlerini birleştirerek “erkek olmanın” öğretilmiş doğasını sorguluyordu. Bu tür çalışmalar, erkekliği suçlamadan ama eleştirel biçimde analiz ederek yeni bir diyalog zemini yaratıyor.
Toplumsal Yapılar, Eşitsizlikler ve Sanatın Dönüştürücü Gücü
Bienal, sanatın yalnızca bir estetik deneyim olmadığını, aynı zamanda bir sosyal eleştiri biçimi olduğunu kanıtlıyor. Her sergi, bizi şu soruyla baş başa bırakıyor: “Sanat, sistemin içinde mi yoksa ona karşı mı duruyor?” Foucault’nun iktidar ilişkileri üzerine düşüncelerini hatırlarsak, sanat da tıpkı bilgi gibi iktidar üretir. Bu nedenle Çanakkale Bienali, bir sergi olmanın ötesinde, toplumsal normları yeniden tartışma alanıdır.
Tartışma İçin Sorular
- Sanat etkinlikleri toplumsal eşitsizlikleri yeniden mi üretir, yoksa dönüştürür mü?
- Bienal gibi kültürel etkinliklerde kimlerin sesi duyulmaz kalıyor?
- Erkeklik üzerine yapılan eleştiriler, erkek izleyicilerde savunma değil, farkındalık yaratabilir mi?
- Sanatın sosyal değişim yaratmadaki sınırları nelerdir?
Sonuç: Sanat Bir Başlangıçtır
Çanakkale Bienali, yalnızca sanat eserlerinin sergilendiği bir alan değil; kimliklerin, duyguların, eşitsizliklerin ve umutların buluştuğu bir kamusal platform. Burada sanat, bazen bir çığlık, bazen bir soru, bazen de sessiz bir yüzleşmedir. Belki de asıl mesele, sanatın bizi nasıl dönüştürdüğünde değil, bizlerin sanatı toplumsal dönüşüm için nasıl kullandığında gizlidir.
Çanakkale Boğazı’nın rüzgârında yürürken, her bienal döneminde şehri saran o farklı enerjiyi hissetmemek imkânsız. Bienal, yalnızca bir sanat etkinliği değil; aynı zamanda toplumsal kimliklerin, cinsiyet rollerinin, sınıfsal ayrımların ve tarihsel travmaların kesiştiği bir sahne. Çanakkale Bienali, deniz kenarında sessizce salınan bir heykelden, terk edilmiş bir fabrikanın duvarına yansıtılan bir video enstalasyona kadar, görünmeyeni görünür kılmanın yollarını arıyor. Peki, bu sanat alanı kimin sesi oluyor ve kimleri susturuyor?
Çanakkale Bienali Nerede ve Ne Anlama Geliyor?
Bienal, Çanakkale kent merkezindeki tarihi mekanlarda, liman çevresinde, Troya Kültür Yolu’nda ve zaman zaman halka açık alanlarda düzenleniyor. Bu coğrafya, tarihsel olarak da sınırların, savaşların ve kimlik çatışmalarının kesişim noktası. Dolayısıyla, burada yapılan her sanat eylemi, yalnızca estetik bir deneyim değil; aynı zamanda sosyopolitik bir ifade biçimi.
Çanakkale Bienali’nin mekânsal kurgusu —örneğin eski askeri depolarda ya da yıkık Osmanlı binalarında sergilenen işler— bize, sanatın tarih ve güç ilişkileriyle nasıl iç içe geçtiğini hatırlatıyor. Bourdieu’nun kültürel sermaye kavramını hatırlarsak, bienal yalnızca bir sanat üretim alanı değil, aynı zamanda sosyal statülerin yeniden üretildiği bir alan.
Toplumsal Cinsiyetin Görünmeyen Katmanları
Bienalde yer alan kadın sanatçıların eserleri genellikle görünürlük, bedensellik, emek ve kimlik temaları etrafında şekilleniyor. Kadın sanatçıların bir kısmı, “kadın olmak” temasını kişisel deneyimlerle işlerken; bazıları patriyarkal sanat yapısına karşı kolektif bir direniş dili kuruyor. 2023’teki bienalde yer alan “Evin Hikâyeleri” adlı enstalasyon, ev içi emeğin değersizleştirilmesini çarpıcı biçimde sorguladı. Zemin katta ütüler, dikiş makineleri ve tencere kapaklarından oluşan ses yerleştirmesi, izleyicinin zihninde hem nostalji hem de rahatsızlık uyandırıyordu.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Feminist sanatın yalnızca “kadınların sesi” olarak okunması, toplumsal cinsiyetin karmaşık yapısını daraltıyor. Butler’ın toplumsal cinsiyet performativitesi teorisini hatırlarsak, bienaldeki işler sadece kadınlık değil, erkeklik ve queer kimliklerin de temsil biçimlerini sorguluyor. Bazı erkek sanatçılar, kendi rollerini eleştirel biçimde yeniden yorumlayarak çözüm odaklı bir dil geliştiriyor; örneğin “Erkeklik Atölyesi” projesi, erkeklerin kendi toplumsal konumlarını tartıştığı bir platform sundu.
Irk, Kimlik ve Görünürlük Mücadelesi
Çanakkale, göç rotalarının kesiştiği bir şehir. Bu nedenle bienal, zaman zaman ırksal kimlikler, mültecilik ve ötekileştirme konularını da sanatın diliyle gündeme taşıyor. 2019’daki “Sınırların Gölgesinde” temalı bienalde Suriyeli bir sanatçının, mülteci kampında çektiği siyah-beyaz fotoğraf serisi büyük yankı uyandırmıştı. Bu çalışmalar, sanatın hem tanıklık hem de direniş aracı olabileceğini hatırlattı.
Ancak burada da temsil meselesi karmaşık: Mülteci sanatçıların sesi ne kadar duyuluyor? Yoksa onların hikâyeleri, Batılı izleyicinin vicdanına dokunan bir “estetik deneyim”e mi indirgeniyor? Spivak’ın “madun konuşabilir mi?” sorusu, bienalin duvarlarında yankılanıyor adeta.
Sınıf ve Erişim: Sanat Kimin İçin?
Bienalin demokratik bir sanat alanı yaratma iddiası var, ancak gerçekte bu iddia her zaman karşılık bulmuyor. Çanakkale’nin işçi sınıfı mahallelerinde yaşayan bir genç, bienalin sergilerine ulaşabiliyor mu? Ya da ulaşsa bile orada kendini temsil edilmiş hissediyor mu? Bu noktada, kültürel katılımın önündeki sınıfsal bariyerler açıkça görülüyor.
Bazı sanatçılar ve küratörler, bu soruna karşı “sokakta sanat” projeleriyle yanıt veriyor. Örneğin 2021 bienalinde yer alan “Mahalle Atlası” çalışması, kentin kenar mahallelerinde çocuklarla yapılan atölyelerden oluşuyordu. Bu tür girişimler, sanatı yalnızca galerilerden çıkarıp, yaşamın içine taşımaya yönelik umut verici adımlar.
Erkeklerin Rolü: Çözüm Odaklı Bir Yaklaşım Mümkün mü?
Toplumsal dönüşüm yalnızca kadınların mücadelesiyle değil, erkeklerin sorumluluk almasıyla da mümkün. Bienalde bazı erkek sanatçılar, kendi cinsiyet rollerini yeniden düşünmeye cesaret ediyor. “Eril İmajın Çöküşü” adlı video yerleştirmesinde bir sanatçı, çocukluk fotoğraflarını ve babasının eski kasetlerini birleştirerek “erkek olmanın” öğretilmiş doğasını sorguluyordu. Bu tür çalışmalar, erkekliği suçlamadan ama eleştirel biçimde analiz ederek yeni bir diyalog zemini yaratıyor.
Toplumsal Yapılar, Eşitsizlikler ve Sanatın Dönüştürücü Gücü
Bienal, sanatın yalnızca bir estetik deneyim olmadığını, aynı zamanda bir sosyal eleştiri biçimi olduğunu kanıtlıyor. Her sergi, bizi şu soruyla baş başa bırakıyor: “Sanat, sistemin içinde mi yoksa ona karşı mı duruyor?” Foucault’nun iktidar ilişkileri üzerine düşüncelerini hatırlarsak, sanat da tıpkı bilgi gibi iktidar üretir. Bu nedenle Çanakkale Bienali, bir sergi olmanın ötesinde, toplumsal normları yeniden tartışma alanıdır.
Tartışma İçin Sorular
- Sanat etkinlikleri toplumsal eşitsizlikleri yeniden mi üretir, yoksa dönüştürür mü?
- Bienal gibi kültürel etkinliklerde kimlerin sesi duyulmaz kalıyor?
- Erkeklik üzerine yapılan eleştiriler, erkek izleyicilerde savunma değil, farkındalık yaratabilir mi?
- Sanatın sosyal değişim yaratmadaki sınırları nelerdir?
Sonuç: Sanat Bir Başlangıçtır
Çanakkale Bienali, yalnızca sanat eserlerinin sergilendiği bir alan değil; kimliklerin, duyguların, eşitsizliklerin ve umutların buluştuğu bir kamusal platform. Burada sanat, bazen bir çığlık, bazen bir soru, bazen de sessiz bir yüzleşmedir. Belki de asıl mesele, sanatın bizi nasıl dönüştürdüğünde değil, bizlerin sanatı toplumsal dönüşüm için nasıl kullandığında gizlidir.